İlk kez Karadeniz‘e gitmenin heyecanı… Anlatılmakla bitmeyen yeşilin ve mavinin uyumuna şahitlik… Kulaktan aşina fındık dalları… Bulutların üstünde denizden uzak bir diğer maviye yakın… Türkülere adı geçen derelerin sesi… Nefes almak gibi doğuştan, bulutlardan inen yağmur… Ayakları denizde, aklı havada, gözü bulutların haşmetinde ben… Kilyos’a benzemez, uyy burası bildiğin Karadeniz da! Hayatında Karadeniz’i benim gibi sadece haritada, televizyonda, fotoğraflarda, dergilerin gezi sayfalarında, en yakın şekliyle boğazın açıklığa uzanan bir tarafında ve Kilyos kıyılarında gören ve fıkralarda, birkaç dostun memleket hasretinde duyan biri aslına dokununca ağzı bir karış açık halde aşık olur. Abartısız.
İstanbul‘dan Karadeniz’e gitmek için seçenek çok. Gönül ister ki; İstanbul’dan arabaya atlayıp gözümüze kestirdiğimiz her köşede dura dura, içimize sindire sindire gidelim gezelim. Vakit sınırlı ve beden dinlenme ihtiyacında olunca en kestirme yoldan gidiş ve dönüş yapmak gerekti. Benimkisi bir taşla iki kuş vurma misali; hem dinlenmek hem gezmek maksadında bir tatil.
İstanbul Sabiha Gökçen’den yaklaşık 1 saat 20 dakika süren uçuştan sonra Samsun Havaalanına iniş yaptık. Cam kenarında olduğum zaman yeryüzünü seyretmeyi oldukça severim. Ama bu sefer bulutların içinde ilerleyen bir uçak yolculuğu olduğu için sadece Samsun’a inişte Çarşamba Ovası’nın adeta sonsuzluğa uzanan düzlüğünden kıvrılarak Karadeniz’e ulaşan Yeşilırmak’ı net bir şekilde görebildim. Etkileyiciydi. Gerçi bu kelimeyi Karadeniz’in bütünü için kullanmak daha iyi olacak.
Samsun kapalı, rüzgarlı, yağdı yağacak bir hava ile bize merhaba dedi. İnsanlar güneyde kumsallarda güneşlenirken ben kuzeyde üzerime ceket geçirmiştim ve bundan gayet memnumdum. Tedbiri elden hiç bırakmadım, şapkam her zaman sırt çantamda hemen kafama geçirmeye hazır bir halde duruyordu. Yazın neredeyse tamamı boyunca İstanbul’da sıcak havalar yüzünden buhran geçirirken bu serinlik tabiri caizse yüreğime adeta su serpti.
Samsun Çarşamba Havaalanı’ndan çıkıp ilk olarak Bandırma Vapuru’nu görmek istedik. Kitaplarda adını sıkça okuduğum gemiyi ilk defa görme fırsatım olacaktı ki bayramın ilk günü olduğu için uzaktan fotoğrafını çekmekle yetinmek zorunda kaldım. Samsun-Ordu yoluna geri dönüp yola koyulduk. Yol boyunca önünde geçtiğimiz ne kadar market, bakkal, fırın, lokanta varsa hepsi kapalıydı. Bayram dahil 7/24 açık görmeye alıştığım bu tür alışveriş yerlerini kapalı görmek bana tuhaf geldi açıkcası. Olsun, tabii ki bayramlaşmak güzeldir. Biz bayramı tatil olarak gören insanlardanız ne de olsa. Ordu’ya doğru yolumuza devam ederken Ünye’de kısa bir mola verdik. Yağan yağmurun altında Karadeniz’i seyrederek biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyulduk. Her taraf yemyeşil, dağların en yüksek yerinden kumsala kadar kesintisiz bir yeşilliğin manzarasını seyrederek Fatsa’daki kalacağımız otele vardık. Temiz havaya, denize, yeşile hasret kalan ben odama dinlenmeye çekildim. Yağmurun sesiyle kısa bir uykuya dalmak gibisi yok hakikaten. Özellikle yağmurdan sonra kumsalda yürürken denizin kokusuyla birlikte derin derin nefes almanın keyfini anlatmak mümkün değil.
Devam edecek…
No comments yet... Be the first to leave a reply!