Life of Pi (Pi’nin Yaşamı) izleyenlerden iki yorum duymak mümkün. Kimileri filmi çok beğendiğini hatta izlediği en iyi filmlerden biri olduğunu söylerken kimileri de filmi hiç beğenmediğini söylüyor. Ben ise seyirlik olarak sinematografik açıdan beğendiğimi ancak filmi bir bütün olarak değerlendirirsem konu itibariyle beni fazlasıyla sarmadığını söyleyebilirim. Kendimden örnek vermem gerekirse, bir filmi ikinci kez izlemek istiyorsam gerçekten o filmi sevmişimdir, ikiden fazla kez de izlediğim filmler çoktur. Life of Pi’yi eğer ikinci kez izlemeyi düşünürsem sadece son yarısını izlerim. Gösterime üç boyutlu girdiği için ve genel olarak üç boyutlu filmlerde görsellik ve heyecan ön planda tutulduğu için ilk yarısında seyirciye pek vaad edileni sunmuyor açıkcası.
Brokeback Mountain (Brokeback Dağı) filmi ile Oscar alan ve ustalık mertebesine çoktan yükselmiş bir yönetmen olan Ang Lee bu son filmi ile yine bu yıl Oscar ödüllerine En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Görsel Efekt başta olmak üzere toplam 11 dalda aday olarak gösterildi. Life of Pi bu 11 ödülden birini mutlaka alacaktır. Yann Martel’in aynı adlı romanından David Magee’nin senaryolaştırdığı filmde umut vaadeden genç oyuncu Suraj Sharma (Pi), Irffan Khan ve kısa bir sahnede Gerard Depardieu da rol alıyor.
Pi, Hindistan’da yaşayan iyi eğitim görmüş bir ailenin küçük oğludur. Babası bir hayvanat bahçesi işletir annesi ise öğretmendir. Fransızca eğitimin verildiği bir okulda öğrenim görür. Pi ilginç bir çocuktur, Hindistan’da yaşamanın verdiği avantajla bir çok dinin ibadetlerini ve inanç geleneklerini öğrenerek kendine en yakın olanı seçmeye çalışır ve ailesi de bu konuda oldukça açık görüşlüdür. Hayvanat bahçesine yeni getirilen Richard Parker adının verildiği Bengal Kaplanı ile tanışması hayatında hiç bilmediği bir deneyim kazanır. Hindistan’daki karışıklıktan kaçıp çocukları için daha güvenilir bir hayat kurmak isteyen ailesi ile okyanus aşırı bir göç yolculuğuna çıkarlar. Hayvanat bahçesinin bütün üyeleri de onlarla birlikte aynı gemidedir. Ancak güçlü bir fırtınanın ardından batan gemiden hayatta kalmayı başaranlar arasında sadece Pi ile birlikte bir orangutan, zebra, sırtlan ve Richard Parker vardır.Pi, zayıf bir filikanın sağladığı barınmayla okyanusun ortasında Richard Parker ile tehlikeli ve acımasız bir hayatta kalma savaşı verir. Yaşamaya dair bütün umudunun tükendiği bir anda filika okyanusun dalgalarıyla gizemli bir adaya vurur. Sonrasında Pi için hayatının mucizesi gerçekleşir.
Filmin ilk yarısı fragmanı izleyenlerin beklentisinin aksine, seyircinin artık macera olmasa da olur diyeceği kadar kurgunun yavaşça akıyor. İkinci yarısı ise Ang Lee’nin çok iyi kurguladığı ve adeta görsel bir şov havasında geçen hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Sinema salonundan çıkınca filmi bu ikinci yarının kurtardığını fark ediyorsunuz. Kitabı okumadığım için hakkında pek fazla bir şey söyleyemeyeceğim ama bir roman için makul olabilen bir olay örgüsü yapısı bu film için neredeyse uzun kalmış diyebilirim. Sadece görselliğe önem veriyorsanız üç boyutlu izlenebilir ama konusu itibariyle kimine göre oldukça iyi olabilir ama genel itibariyle seyircide bir haz uyandıracağını sanmıyorum. Ama görsel efekt ya da kurgu dalında ödül alabilir gibi duruyor.
No comments yet... Be the first to leave a reply!